Üzeyir Lokman ÇAYCI : GÖLGELER UTANMAZLAR
7 pages
Turkish

Üzeyir Lokman ÇAYCI : GÖLGELER UTANMAZLAR

-

Le téléchargement nécessite un accès à la bibliothèque YouScribe
Tout savoir sur nos offres
7 pages
Turkish
Le téléchargement nécessite un accès à la bibliothèque YouScribe
Tout savoir sur nos offres

Description

GÖLGELER UTANMAZLAR Üzeyir Lokman ÇAYCI Doğan 1970 yılının şubat ayında Fransa’nın Farébersviller bölgesindedoğdu.... 1969 yılında Afyon’un Baştepe Köyü’nden gelen Babası Celil’in Freyming-Merlebach maden işletmelerinde zor şartlarda çalıştığını küçük yaşlardafark etti. Vekendisinin böyle bir çalışma ortamına girmemesi gerektiğini düşündü. Zeki ve çalışkan olmasına rağmen “yabancılara karşı takip edilen politikalar nedeniyle” kolej sıralarında yolu kesildi ve sanat okullarına yönlendirildi. Böylece yüksek tahsil yapma beklentisi kendi isteği dışında engellendi. 17 yaşında, mermer gibi sert cisimleri şekillendirmek üzere bir eğitime başladı. Başarısı dikkatleri çekti. Sanat okulundan mezun olduktan sonra öğrendiklerine kendi fikirlerini de ekleyerek dikkat çeken eserler üretmeye başladı. Kısazaman içerisinde bölgenin Belediye Başkanı yaptığı güzel çalışmaları fark etti. Teşvik içinona bir atölye verdi veiş tekliflerinde bulundu. O şehrin önemli yerlerindeki boş duvarlara pencere ve doğa görüntüsü verdi. Emeklerinin karşılığını almak suretiyle güzel para kazanmaya başladı. Bir gün atölyesinde çalışırken yanına daha öncehiç tanımadığı bir kişi geldi : - Ben Fas’lı bir Öğretmenim. Bu bölgede görevliyim. Çalışmalarınız dikkatimi çekti. Sizi tebrik etmeye geldim. Bu sıralardaDoğan’la tanışmakiçin gelenlerin sayısı da oldukça fazlaydı. Babası emekliye ayrıldıktan sonra küçük bir mağaza açmıştı.

Informations

Publié par
Publié le 18 septembre 2016
Nombre de lectures 11
Langue Turkish

Extrait

GÖLGELER UTANMAZLAR
Üzeyir Lokman ÇAYCI
Doğan 1970 yılının şubat ayında Fransa’nın Farébersviller bölgesinde doğdu....
1969 yılında Afyon’un Baştepe Köyü’nden gelen Babası Celil’in Freyming-Merlebach maden işletmelerinde zor şartlarda çalıştığını küçük yaşlarda fark etti. Ve kendisinin böyle bir çalışma ortamına girmemesi gerektiğini düşündü.
Zeki ve çalışkan olmasına rağmen “yabancılara karşı takip edilen politikalar nedeniyle” kolej sıralarında yolu kesildi ve sanat okullarına yönlendirildi. Böylece yüksek tahsil yapma beklentisi kendi isteği dışında engellendi.
17 yaşında, mermer gibi sert cisimleri şekillendirmek üzere bir eğitime başladı. Başarısı dikkatleri çekti. Sanat okulundan mezun olduktan sonra öğrendiklerine kendi fikirlerini de ekleyerek dikkat çeken eserler üretmeye başladı. Kısa zaman içerisinde bölgenin Belediye Başkanı yaptığı güzel çalışmaları fark etti. Teşvik için ona bir atölye verdi ve iş tekliflerinde bulundu. O şehrin önemli yerlerindeki boş duvarlara pencere ve doğa görüntüsü verdi. Emeklerinin karşılığını almak suretiyle güzel para kazanmaya başladı.
Bir gün atölyesinde çalışırken yanına daha önce hiç tanımadığı bir kişi geldi : - Ben Fas’lı bir Öğretmenim. Bu bölgede görevliyim. Çalışmalarınız dikkatimi çekti. Sizi tebrik etmeye geldim.
Bu sıralarda Doğan’la tanışmak için gelenlerin sayısı da oldukça fazlaydı.
Babası emekliye ayrıldıktan sonra küçük bir mağaza açmıştı. Zaman zaman da Doğan’ı atölyesinde ziyaret ediyor ve böylece gelişmeleri de yakından takip ediyordu. Kendisine gösterilen ilgilerin çokluğundan olumsuz etkilenmemesi için ona uygun bir dille öğütler de veriyordu. Aradan birkaç gün geçmişti. Faslı Öğretmen atölyede çalıştığı bir sırada tekrar yanına geldi. - Doğan Bey, kolay gelsin. Ben sana bir teklifte bulunmayı düşündüm. “Söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi ? “ diye uzun uzun düşündüm. Ve seninle konuşmaya karar verdim. Yani kabul edersen seninle ortak olmak istiyorum. Doğan, kendisine yapılan bu teklife bir anlam veremedi. - Dostum, benim yaptığım bu işten sen anlıyor musun? Birkaç gün önceki konuşmalarına göre biliyorum ki anlamıyorsun... Uzun süre sizinle dostluğumuz da yok. Yani birbirimizi iyice tanımıyoruz. Benimle neden ortak olmak istediğini de anlayamadım. Sonra yaş itibarıyla senin gibi tecrübem de yok. Yani nereden bakarsam teklifine cevap vermem güçleşiyor. Ben burada yalnız da değilim. Bu gibi şeylerin riskini ilerde taşımamak için fikir alışverişinde bulunacağım ve sorumlu olduğum kişiler var... Onlara yani anama, babama ve eşime sormam lazım...
Faslı öğretmen aldığı cevaplardan memnun görünmüyordu : - Elbette annene, babana ve eşine sorabilirsin... Birkaç gün sonra ben seni tekrar ziyaret etmeye geleceğim. Şu an hemen karar vermek zorunda da değilsin... Acelesi yok yani...
Doğan akşam üzeri olup bitenleri babasına anlattı. Babası : - Oğlum işin içerisinde bir bit yeniği var... Bu adama dikkat etmelisin! Düpedüz bu adamın “senin kazandıklarında” gözü var... Sonra bu bir öğretmen. Yaşça da senden büyük... Ben uzaktan tanıyorum. Görünüşüyle bu herif sağlam bir pabuca da benzemiyor... -Yani... baba bu adam gelince kabul edemeyeceğimi bildireyim, değil mi? Zaten ben kabul edilemeyecek bir teklif olduğundan da daha önce ona bahsetmiştim. -Elbette oğlum... Şu zamanda insanlara güvenilmiyor ki... İnsanın en yakınından dahi hayır gelmiyor... Adamın yüzüne gülüp arkasından kuyusunu kazıyorlar. En iyisi tatlı dille başından uzaklaştır gitsin!
- Tamam baba... senin dediğin gibi yapacağım. Birkaç gün sonra Fas’lı Öğretmen şehir merkezinde bir duvara resim yaparken Doğan’a : -Kolay gelsin sanatkâr adam... Müthiş bir çalışma... Ben hayatımda böyle bir çalışma görmedim. Seni kutlamamak imkansız... Doğan içini okşayan iltifatlarla dolu bu sözler karşısında merdivenden inerek onunla tokalaştı... - Çok güzel sözleriniz için size teşekkür ediyorum hocam... Doğan’a iyice yaklaşarak yumuşak seslerle : -Sevgili Doğan, sanatkârların haklarını her ne şekilde olursa olsun vermek lazım. Bu da yerinde tespitlerle olur... İşte ben seninle ortak olmayı da bu sebeplerle istiyorum. Ve şu an bunun için yanındayım. Annenin ve babanın görüşlerini aldın mı? Doğan kendisine ortaklık teklifinde bulunan bu şahsın tavırlarından da olumsuz etkilenmişti. - Kusuruma bakma hocam, teklifinizi kabul etmem mümkün değil... Zaten böyle bir insana ihtiyacım olsa benim iki erkek kardeşim var... Önce onları çağırırım... Faslı Öğretmen : - Sevgili Doğan senin gibi değerli bir insanın kusuru olur mu hiç... Bu cevabına oldukça saygı gösteriyorum. Ayrıca sana hak da veriyorum. Elbette bir adama ihtiyacın olsa, öncelikli olarak kardeşlerini seçmen kadar doğal bir şey olabilir mi?
Doğan olumsuz cevabının böylesine “nazikçe ve anlayışla” karşılanmasına oldukça şaşırmıştı. İçinden “böyle güzel sözlerin sahibi bir insan asla kötü olamaz...” diyordu. Ona :  - Sevgili hocam... Beni utandırdınız. Sağ olun varolun. Sizin gibi değerli bir insanı bundan sonra atölyeme çay içmeye davet ediyorum. Arada sırada gelirseniz beni ihya etmiş olacaksınız. -Pekiyi sevgili Doğan, seni şimdi daha fazla rahatsız etmeyeyim. İşinden gücünden alıkoymayayım. İnşallah en kısa zamanda tekrar görüşürüz. Kolay gelsin... Hoşça kal...
Doğan aynı gün, akşam üzeri eşi ve çocuklarıyla; annesini, babasını ve kardeşlerini ziyarete gitti. Onlara olup bitenleri anlattı... Yaptığı işlerden bahsetti. Fas’lı öğretmenle aralarında geçen konuşmalardan söz etti. - Baba! Fas’lı öğretmen tahmin ettiğimiz gibi değilmiş... Ortak olarak kabul etmeyeceğimi söylediğim zaman anlayışla karşıladı... Yani “ortaklık teklifi” böylece kapanmış oldu.
Aradan günler geçtikçe Doğan’ı taltif edenlerin sayısı oldukça artıyordu. Babası bir yakınlarının ölümü dolayısıyla Afyon’a gittiği bir sırada Faslı Öğretmen Doğan’ı bölgenin en ünlü bir lokantasında yemeğe davet etti. O da bu daveti kabul etti... Oraya gittiğinde aşçılara kadar bütün lokanta çalışanları ve Faslı Öğretmen onu kapıda karşıladılar. İçerisi loş bir şekildeydi... Üzerleri mumlarla ışıklandırılmış sadece kuş sütünün bulunmadığı masalardan birinin en güzel bölümüne, iltifatlarla Doğan oturtuldu. Şampanyalar patlatıldı... Kadehlere konulan içkiler tabakların etraflarına dizildi. Lokanta görevlileri şampanyaların ve şarapların kalitesinden bahsederek : - Doğan Bey, içkilerimizden ve yemeklerimizden memnun olacağınızı umuyoruz. Faslı Öğretmen kadehini kaldırarak :
- Haydi sevgili Doğan Bey, yaptığınız güzel çalışmalar ve yüksek sanatınız şerefine! Doğan : - Hocam ben içki içmiyorum... Hiç hayatımda içmedim... Böyle yerlere de alışık değilim. Normal olarak ben lokantalarda yemek yemiyorum. Ama senin hatırın için ilk kez buraya geldim. -Aaaaaa... Sevgili bir gün için, böyleDoğan senin gibi büyük bir iş adamı, güzel bir ortamda benimle şu güzel şampanyalardan ve şaraplardan içse ne olur sanki? Haydi... haydi isteğimi geri çevirme aydın insan! Al kadehi eline... Sonra fısıltı halinde : - Bak herkes bize bakıyor... Çaktırmadan sen içmene bak... Doğan kadehlerden birini eline aldı. Elleri ve ayakları titriyordu. Ağzına bir yudum aldığı an tiksinti duyar gibi oldu. Sonra yemek arası normal bir şekilde içmesini sürdürdü. Bir ara ağzında kelimeler dağılırmışçasına Faslı Öğretmene : -Sevgili Öğretmenim ben artık içmeyeceğim şu meretten... Haram yahu... Bana Zorla içirdin. Sonra sen de Müslümansın... hem kendin günahkâr oldun, hem de beni günahkâr ettin! Bak gördüğüm kadarıyla sen benim gibi sarhoş da değilsin... Başım dönüyor yahu. Şimdi ben evime nasıl gideceğim?  - Sevgili Doğan Bey, Sevgili dostum... Biz burada ne güne varız. Taksi çağırırız olur biter... Seni böyle yüzüstü bırakır mıyız hiç? - O da doğru ya? Pekiyi beni bu kafayla hanım ve çocuklarım nasıl karşılayacak? - Doğan Bey sen erkek adamsın be... Sen taşlara nasıl şekil veriyorsun? Aklınla ve hünerlerinle... Elbette buna da bir çare bulursun! Sonra .... sarhoştan herkes korkar... Bağırdın mı olur biter! - Doğru ya ben erkek adamım... Evin reisi benim... Bağırdım mı olur biter! - Bravo Doğan Bey!
Doğan tirit gibi sarhoştu. Taksiyle evine geldiği sırada saat 03.00’ü bulmuştu. Eşi merak içerisinde kalmıştı... Kayınvalidesine “yanlış anlaşılır düşüncesiyle” telefon dahi açamamıştı. Doğan : “Hanım... Hanım...” diye bağırdığı sırada cebinden taksi şoförüne vermek üzere para çıkarmaya çalışıyordu... Eşi kapıyı açtığı sırada Doğan şoföre 500 Frank uzattı ve “üstü kalsın” dedi... Fransız Şoför : - Beyefendi biz halka hizmet ediyoruz. Siz sarhoşsunuz.... Yani ne yaptığınızın farkında değilsiniz... “Borcunuz, gece tarifesi olarak 50 Frank... Alın şu 450 Frank’ınızı... “ dedi.... Ve parasının üstünü vererek oradan uzaklaştı.
Eşi, Doğan’ı aşırı bir şekilde alkollü görünce : -Bak Doğan’cığım seni uykusuz kalarak üç çocuğumuzla şu ana kadar bekledik. Sen hiç içki içmezdin... Ne oldu da bugün içki içtin? Birisi mi içirdi yoksa? Gözleri kıpkırmızıydı Doğan’ın... Eşine doğru yaklaşarak : -Bana bak! Sana hesap vermemi mi bekliyorsun ha? Bırak da felekten bir gün çalalım. Hani şu nazik öğretmen vardı ya... İşte o davet etti beni. Lokantaya bir yığın para da ödedi zavallı! -O öğretmen iyi bir insan ayakta duracak halin yok! olsaydı,Doğan’ım bak seni bu hale düşürmezdi? Yalvarıyorum sana... Ne olursun bir daha içme... Her zamanki gibi yemeğimizi sen ve ben çocuklarımızla birlikte yiyelim... Doğan gözlerini irileştirerek eşine iyice yaklaştı.
-sen mi yöneteceksin beniDaha konuşmaya devam edecek misin ulan? Söyle ha? Benim karar verme hakkım yok mu hiç? Bak herkes bana “bey” diyor... Zenginim artık... daha Fazla konuşursan nelerle karşılaşacağını biliyor musun? - Doğan’ım ben senin her şeyine katlanırım... Yeter ki sen bir daha içki içme! Üç çocuk iyice annelerine sarılırken en küçüğü ağlamaya başlamıştı... Annesi onu kucağına aldı... - Ne oldu yavrum? Niçin ağlıyorsun? 3 yaşındaydı Celil... Annesine sarılarak : -Anne... ben babamdan korkuyorum... O beni neden kucağına almadı... Beni Sevmiyor değil mi? - Kes sesini... Evin reisi benim. Şuna bak benden korkuyormuş... Ben öcü müyüm ulan?
Ertesi sabah, eşi Tülay, çocuklarından ikisini, karınlarını doyurduktan sonra okula götürdü. Celil uyuyordu. Kendisi kahvaltıyı eşiyle birlikte yapmak için aç susuz öğleye kadar bekledi.
Doğan kalktığı zaman saat 12.00’yi geçiyordu. Kendini oldukça yorgun hissediyordu. Eşi ona olup bitenlerden hiç söz etmedi. Kendi kendine “oldu bir kere... inşallah bir daha olmaz. Anlarsa yaşadıkları kendisine bir ceza gibi... ” diyordu. Birlikte kahvaltı yaptılar.
Babası Türkiye’den gelinceye kadar Faslı öğretmen üç kez daha onu aynı lokantaya davet etti. Her defasında lokanta masraflarını da ödedi. Doğan içkili bir hayatın iyice içine girmişti. İçmediği zaman elleri ve ayakları titriyordu. Uykusuzlukla beslenen huzursuzlukla çevresindekilerin kendisiyle ilgilenmelerine de oldukça tepki gösteriyordu. Bunlardan en çok etkilenen de eşi ve çocuklarıydı. İş ve aile hayatını olumsuz etkileyen gelişmelerden sonra babası da Türkiye’den gelmişti. Eşi Tülay, çocuklarıyla oldukça sarsıldıkları halde Doğan’ın durumundan tek kelime dahi Celil Bey ve yakınlarına bahsetmedi. Ama kayınpederi, olup bitenleri anlamakta gecikmedi. Doğan’ın tedavisi ve çözümü oldukça güç bir hale düştüğünü de gördü. Uzun süre doktor tedavisi görmesine rağmen kendisini sürükleyen isteklerin önüne bir türlü geçemedi.
Faslı Öğretmen, alkol bağımlısı olmasından sonra bir kez olsun Doğan’ı aramadı. Annesi ve babası gözyaşları içerisinde Doğan’a bir çok kez yalvardılar : -Oğlum bak gurbetteyiz. Güzel işin vardı, kaybettin... Görüyorsun Belediye Başkanı da desteğini çekti. Verdiği atölyeyi elinden aldı. Senin dost bildiğin Faslı Öğretmen şimdi nerede? Seni ne arıyor ne de soruyor... Seni dertlerinle baş başa bırakıp çekilip gitti. Farkındaysan senden intikam aldı.
Doğan düştüğü durumdan kurtulmak için kendisiyle ne kadar mücadele ettiyse de bunu başaramadı. Hatta gizlice evdeki kolonyaları dahi içti. Çocukları ve eşi gözyaşlarıyla dolu bir hayata daha fazla dayanamadılar. Bu arada Paris’te bulunan bir dostlarından psikolojik yardım istediler. Geçmişten itibaren onlarla karşılıklı hep dayanışma içinde olan Ömer Bey bu olayı duyar duymaz onların bu isteğine olumlu cevap verdi. Ve tüm ailenin çektiği çileleri bir nebze de olsa durdurabilmek ümidiyle elinden gelen bütün gayretleri esirgemedi.. Doğan, Ömer Bey’in telkinleriyle ancak iki ay kadar içkiden uzaklaştı.
Sonra kaçamak yollardan tekrar içki içmeye başlayınca eşi Tülay çocuklarını da alarak evini terk etti. Doğan sonradan eşinin Fransa’nın Reims şehrinde kalan teyzesinin yanında olduğunu öğrendi. Tülay eşinin kendisiyle görüşmek istediğini öğrenince onu oradan telefonla aradı : “ İçki karşılığında beni ve çocuklarımı dışlamamış olsaydın biz buraya gelmezdik. Bir daha Faslı Öğretmenin ve iğrenç anıların bulunduğu o bölgede yaşamamız imkansız...” cevabını verdi. Celil, gelini Tülay için Oğluna : “O yerden göğe kadar haklı oğlum...” dedi. - Sen ya içki içme fikrini sürdürerek hem kendi hayatını karartacaksın hem de yuvanı dağıtmayı kabulleneceksin... Ya da içki denen illeti hayatından atıp gül gibi yuvanda çoluk çocuğunla yaşayacaksın. Yani bu iki tercihten birini seçeceksin. Aklın varsa dosta düşmana karşı daha fazla rezil olmadan içkisiz bir hayata geri dön ve hayatını kurtar. O kadını, yani hanımını da acıların içine atmadan tedbirini al!
Doğan günlerce çocuklarını sayıkladı. Geceleri uykusunu bölen düşlerle dağlandı. Onu içki içmeye sevk eden dürtülerle savaştı. Girdiği çıkmazlarda günlerce yalnız başına kalışının sorumlularını aradı. “Bu bir savaş... “ diyordu kendi kendine. “Kazanmalıyım... elbette kazanacağım!” Gurbette stratejisizliğin ağlarından kurtulmanın mücadelesini veriyordu. Hiç kimseyle görüşmeden geçen günlerin kıskacındaydı. Kendine sertleşerek geri dönmesinden korktuğu duygularını, bir başka kişiye yöneltmeden önce, “aynalardaki görüntüleriyle” konuştu.
Çocuğunun “ben babamdan korkuyorum...” sözleri zihninden uzun süre çıkmadı. Bir sabah kahvaltısından sonra annesine ve babasına : “Ben karar verdim...” dedi. Annesi ve babası önce şaşkın bir şekilde Doğan’ın yüzüne baktılar. Sonra Celil : “Neye karar verdin oğlum?” dedi. Annesi ve babası merak içerisindeydiler. Sabırla onun açıklamasını beklediler. Doğan... “karar verdim.... Çocuklarımın ve eşimin yanlarına döneceğim.“ dedi. Ve hıçkıra hıçkıra ağlayarak : “Sevgili babacığım, senin ismini verdiğim Celil burnumda tütüyor. Çok özledim onları çok. Daha fazla dayanamayacağım.” Annesi ve babası da gözyaşlarını tutamadılar. Ve üçü birden birbirlerine sarılarak sarmaş dolaş oldular. Celil : “ Doğru ya oğlum, epey azap çektin. Tabi sadece sen değil, hepimiz çektik... Başına gelmedik kalmadı. İçki, bir türlü afet ama bunu sana alıştıran, senin yuvanı darmadağın eden adam da ayrı bir afet... yani iki afet arasında kaldın...” Sonra ağlayarak : “Git oğlum git... Bir daha şu içki denen zıkkımı evinin kapısından içeriye sokma! İçenlerin yanına asla uğrama. Aslan oğlum zaten sana bu yakışıyor. Bak biz ananla hacca giderken sana ve kardeşlerine çok dua etmiştik. Ya Rab kötü niyetli insanların şerrinden çocuklarımızı koru! diye. On yıl geçti aradan... O zamanlar her şey iyiydi. Ama şimdi insanların yöneldikleri şeyler farklılaştı. Biz yönümüzü Kabe’ye dönüyoruz. Bazıları da, şerre ve kalleşliğe dönüyorlar. Bir başkası da bir başka yöne dönüyor. Allah bizi bir daha bu durumlara düşürmesin!”
Doğan birkaç gün sonra dediğini yaptı. Ve bir ev kiralayarak eşi ve çocuklarıyla Reims’e yerleşti. Onlar için hayatın çileli yolu Reims’de noktalanmıştı.
Paris, 12.07.2005
http://corumlu2000.dergisi.info/162/index.htm
http://www.borhaber.net/haberleri/%C3%BCzeyir+lokman+%C3%A7ayc%C4%B1
https://twitter.com/silayguney https://www.facebook.com/uzeyirlokman.cayci https://sorican66.wordpress.com/
  • Univers Univers
  • Ebooks Ebooks
  • Livres audio Livres audio
  • Presse Presse
  • Podcasts Podcasts
  • BD BD
  • Documents Documents